Archive for Ocak 2009

19 ocak

20 Ocak 2009 Salı § 0

Bugün 19 Ocak'tı, sabah motora bindiğimde göğsümde "19 ocak'ta ne olmuştu?" yazmaktaydı, insanların bakışları görülmeye değerdi,

sonra oturduğum yerden 3-4 sıra ötemde bir bayan vardı, birbirimize gülümsedik, o an o kalabalığın içerisinde ayrılmıştık bir anda, bir insani gülümseme, bir hatırlama, çok sürmedi sonrasında yüzüm yeniden düştü.

Bu konuda yazmak istediklerim çok daha uzun, vaktim yok, teslimim var. 

"19 ocak'ta ne olmuştu?"

modernim, doğruyum, çalışkanım

13 Ocak 2009 Salı § 1

Bülent Tanju'nun "Tasarım ve Sanatta Modernlik Sorunsalları" dersine teslim ettiğim final ödevidir kendisi. Annie Hall üzerinden derste konuştuklarımızla ilgili bir okuma istenmekteydi.

Modernim, doğruyum, çalışkanım 

İlk insan ikinci insanla ilk karşılaştığında, bu işin buralara  dayanacağını hiç bilemezdi diye düşünüyorum. İletişim dediğimizin bu kadar büyüyeceği, büyüyüp ne olacağı kimsenin aklına gelmezdi, hala da bir yerlerde kesinkes gelmemesi gayet iyi. Aslında İngilizce’sinden bakakacak olursak, “communication”in etimolojik kökeni “common”, o da 1297, from O.Fr. comun, from L. communis "in common, public, general, shared by all or many,” [1]. Zaten Türkçe’de de iletişim sözcüğünün en erken örneğinin komünikasyon[2] olduğunu görüyoruz. İletişimin kökeninde bir komün olma durumu, bir paylaşma durumu söz konusu. Kökende bu olunca iletişimin çoğalmasıyla komünlerin veyahut toplumların çözülmeye başlaması gayet normal. Bununla beraber kullandığımız medyaların çeşitliliği arttıkça içine düştüğümüz doğru yanılsaması da bozulmakta. 

İşte bu iletişim yoğunluğu içerisinde  -ki daha bugün ki kadar yoğun olmayan bir vakitte- Woody Allen bir modern zamanlar ilişkisi olan Alvy ile Annie’nin ilişkisi üzerinden bir çok “modern durum”la dalgasını geçiyor.. 

Modernizmden konuşmaya başladığımız günden beri, içinde kaybolduğumuz bir durum söz konusu. Doğrusal bir düzenin içerisinde yaşıyormuşuz gibi konuşulmaya çalışılan modernizm, tarihin akışı içerisinde bir yerde geçmişi tamamen silerek başlıyormuş gibi görünür. Ancak asıl problem burada başlar, modernizm tek bir noktadan yayılmayıp – tek bir noktadan başlamadığı için belki buna yayılma bile demeyebiliriz-  bir çözülme ile kendini göstermeye başlamıştır. Bu yayılma farklı tarihlerde farklı noktalarda hiç de birilerinin hayal ettiği gibi doğrusal olmamıştır.

 Bu akışın daha yoğun görüldüğü bölgeler, şehirler olmuştur doğal olarak. New York da bu örneklerden biridir. Allen film boyunca New York’un entellektüel yaşamından anektodlarla eğlenir durur. Garip olan şu ki, 1975’te konuşulanların günümüzde halen bir yerlerde ciddi şekilde tartışıldığını görüyoruz. 

Buradan çıkıp içinde bulunduğumuz duruma bakınca, bir karışıklığın olmaması işten değil. Peki bu karışıklığın olması iyi mi kötü mü? 

Bilakis, bunun iyi mi kötü olduğunu düşünmek yerine, bir karışıklığın olduğunu kabul etmek yapılabilecek en doğru hareket olabilir. Toplumun kafasındaki modernlik tahayyülü yeni bir klasik akış inşa etmekten geçiyor. Buna tabulaşma veya başka bir şey diyin, ama sonuç değişmiyor. 

Bu çözülmenin gerçekleştiğini kavramsal sanattaki örnekleriyle görebiliyoruz, artık belli bir meta, dokunulmaz ve kutsal olan olmaktan çıkıyor sanat. Yanılsama gittikçe daha belirgin hale geliyor. Ancak çözülme gündelik hayata indirgenmedikçe, çözülme ters bir yöne doğru gidiyor sanki. Allen’in bu konudaki kurnazlığı,  Alvy ile Annie’nin ilk uzun diyalogunda, fotoğraf üzerine konuşurken iç seslerini duymamız, asıl yapılan konuşmanın bir anlamda boş bir yere doğru gittiğini göstermektedir. 

Filmin en etkin noktalarından biri doğrusal akışla tamamen dalga geçmesi, film bittikten sonra nerde başladı, nerde bitti, hangi olay ne zaman oldu gibi sorular yaratmakta. Bu akış matematğinin bozulması, çözülmenin göstergelerinden.

 Doğrusal olmak ya da olmamak işin tüm eğlencesinin çıktığı nokta, bir anda sokaktaki insanların plana dahil olması, izleyicide bir yabancılaşma etkisi oluşturma ve olayın dışına çıkarma, sonra da tekrar içeriye alma. Bir anlamda yaratıcı’nın tamamen işin içine girmesi ve kutsallaşmanın çözülmesi sanki. 

Kutsallaştırma karşı karşıya olduğumuz en önemli durumlardan biri. Kutsal kitaplar bile matbaanın icadı ile çoktan çözülmeye başladı, Mona Lisa bile reprodüksiyon ile tekrar tekrar çoğaltılıyor. Fotoğraf ise Alvy’nin “Photography's interesting, 'cause, you know, it's-it's a new art form, and a, uh, a set of aesthetic criteria have not emerged yet.”[3] dediği zamanların çok daha ötesinde, hala da soru işareti. 

Bir yandan mimarlık üzerine düşününce kutsallaştırma meselesinin halen devam ettiği çok açık gözükmekte. Mimarlık alışıldık yanılsamasıyla gelir, mimari ürünün zamanmekan durumu, insan ölçeğinde olması, onu “yüce(!)” bir şekilde ayakta tutuyor. 

Mimarlık tekrarlanıyor, ancak kendi medyasıyla değil fotoğrafla temsil ediliyor, çizimle temsil ediliyor veya başka bir medya ile temsil ediliyor.  Ve biz bir süre sonra bu temsiller üzerinden mimarlığı konuşmaya başlıyoruz, peki inşaat bu temsiliyetin bir parçası olabiliyor mu? Mimarlık kendi medyasını inşaat üzerinden mi kurar?  Sonuçta her medya çeşidi bir temsil değil midir? 

Hadi bunların hepsini geçtik diyelim, mimar ne zaman kutsallaştırmadan kurtulur. Hele bizim gibi kutsallaştırma ile çok içli dışlı olan bir toplum, bir mimarı çok rahat kutsal bir yere taşıyabilir.

 İşin gırgır yani, mimarların bu kutsallaşmadan memnun gözükmesi. Ki zaten bu yanılsamayı inşa eden, mimarın modern dünyayı dizginlemeye, düzene sokmaya çalışmasıdır. 

Bu çözülmeye karşı yapılacak en iyi şey belki de mimarların hepsini yok etmektir ki zaten dijitalleşme kendi mekanlarımızı organize etmemize, yeni bir hayat düzeni oluşturmamıza gün geçtikçe zemin hazırlıyor.  Bunun farkında olup hareket etmedikçe de ne mi olur, yan bahçedeki okuldan, her sabah “Modernim, doğruyum, çalışkanım…” dizeleri kulağımızı tırmalar durur.

bir manifesto denemesi : üretmek

10 Ocak 2009 Cumartesi § 0


  1. Bu manifesto denemelerinde, kendimce birşeyler zırvalayacağım birilerine göre. 
şöyle başlayalım,

manifesto 
isim, ticaret (manife'sto) İtalyanca manifesto

1 .     Bir gemideki malları göstermek için kaptan tarafından boşaltma işlemlerinin yapılacağı gümrük idaresine verilen liste.
2 .     Bildiri.
3 .     Toplumsal bir hareketin siyasal inanç ve amaçlarının açık ifadesi.

sonrasında da şunu koyalım,

üretmek 
(nsz)

1 .     Aynı türden canlıları çoğaltmak:
       "Minnacık bir kir, olduğu yerde durmuyor, dakikada üçe beşe katlanarak çoğalan mikroplar üretiyordu."- E. Şafak.
2 .     Ekonomik bir etkinlik sonucu ürün elde etmek:
       "Petrol üretmek. Çimento üretmek."- .
3 .   mecaz  Oluşturmak, yaratmak, meydana getirmek:
       "Şiir üretmek."- .


 üre[mek[Kaş xi] üdre- artmak, çoğalmak
———————
• Karş. 
Moğ ürged- (genişlemek, artmak, çoğalmak), ürgen (geniş, bol).

———————
EŞKÖKENLİLER:
Tü üδre- : üre-, üretim, ürün



bir manifesto denemesi : üretmek
  1. Üretim aslolandır.

  2. Üretim gelişmeyi sağlayandır.

  3. Üretim ürünü doğurur.

  4. Ürünün nitelikli veya niteliksiz önemli değil, üretim sürecinde öğrenilenlerdir.

  5. Üretim süreçtir.

  6. Üretim geri dönüş verir.

  7. Üretim sağlama yapmayı sağlar.

  8. Her türlü medya üretimi sağlar, dil, yazı, resim, fotoğraf, video, ses vb.

  9. Özü üretmek imkansızdır, her üretim metodu, ürünü farklı yapar.

  10. Okumak, izlemek, dinlemek üretimdir. Her edilgen ürünü beyninde yeniden üretir.

  11. Ürün üretene ait değildir.

  12. Ürünün üzerinden konuşmak yeni ürünler üretir.

  13. Üretmek canlı kılar.

  14. Üretim temsildir. 

ps. Bu böyle bir denemeydi, sanırım yardıma ihtiyacım var bu konularda. 

Kaynaklar,
http://tdkterim.gov.tr
http://www.nisanyansozluk.com/

sözün.bittiği.yer

§ 0


7 ocak radikal haberi

Aslında üstteki fotoğraf o kadar şey anlatıyor ki, üzerine birşeyler söylemek gereksiz kalabilir. 
Şanlı tarihimizin sancılı sayfalarına eklenirken neler düşünüyorlar acaba.

Asıl merakım gerçekten bu şu pankartı hazırlayan insan bunu hazırlarken "ben ne yapıyorum?" diye sormuyor mu kendine? 

O eldeki beyaz köpek, anlıyor mu ne yazdığını, ben girebilirim diyip girebiliyor mu? Hayvan hakları falan hiç bahsetmeyeceğim. Bir laf var kısasa kısas, bu mantelite bizi bitiren, bu hareketin de bundan çıktığını düşünüyorum, lakin haberde şöyle birşey var,

"Çapa, Ermenistan’da bazı işyerlerine ‘Türkler ve köpekler giremez’ yazılarının asıldığını öne sürdü. Federasyon yetkilileri ile birlikte dernek binası önünde elline ‘Bu kapıdan Yahudiler ve Ermeniler Giremez’ ve ‘Köpeklere giriş serbesttir’ yazılı dövizler alan Çapa, şunları söyledi: 
“Bizi köpekle aynı kefeye koymak istemişler. Ama biz elimizde taşıdığımız dövizlerdeki yazılarla köpeklerin bile onlardan daha değerli olduğunu gösterdik.” 
Çapa ve beraberindekiler ellerindeki dövizler ve kucaklarına aldıkları bir köpekle dernek binası önünde gazetecilere poz verdi. (dha)"

Orda yapıyorlarmış ya bizim de hemen karşılık vermemiz gerekir bu sağduyusuz harekete.

Sözün bittiği yere ne oldu, gittikçe kayboldu.