Archive for 2010

28 Ekim 2010 Perşembe § 0

...Batıda değer ve kolektif değerlerin çekiciliklerini yitirmeye, yaşamın çağdaş bir rasyonellik ve tek boyutlu bir görünüme kavuşturulduğu, toplumsal ve bireysel yaşamın bütünüyle işlemselleştirilmiş olduğu bir sırada faşizm, mitik ve politik gönderen sistemlerinin 'irrasyonel' boyutlara ulaştırılması, kolektif değerin (kan, ırk, halk, vs.) çılgınca abartılması, ölümün ya da 'politik bir ölüm estetiğinin' yeniden enjekte edilmesi anlamına gelmektedir....

Jean Baudrillard - Retro Bir Senaryo Olarak Tarih


Ölümün soğukla sunulması, bilinç altımızda hazır olan bir estetiğin kolayca inşasını sağlıyor. Ölümler ve diğer şeyler o kadar estetize ediliyor ki, bir süre sonra zevk, karşı koyamadığımız bir çılgınlığa dönüşüyor.

Özgürlük yanılsamamız, bizi nostaljik direnişlere doğru çeker. Bugün aslında farklı bir dil ile konuşmamız gereken konuları, halen bir zamanların jargonuyla konuşuruz, devrimci günlere bir özlemdir. Bu nostaljinin yeniden inş


bilir misin bunu da?

11 Eylül 2010 Cumartesi § 0





ben de referandum hakkında yazmak, konuşmak isterdim. apolitik değilim, ama yazamadım hep yarım kaldı, belki sonrasına saklamak gerek, o zaman daha akıcı olur herşey. bu bir düşünce yazısı değil, bir düşüncenin uzantısı değil, daha çok hissedilenlerin biraz da olsa kalıcı olmaya çalışması.

yolculuk başlıyor, çok tanıdık olan yollarda bilmediklerinle bilmediğin hikayelere karışıyorsun. bir parti gibi başlıyor ve bitiyor, yaşananlar baş ağrın gibi arada bir geliyor, iyi kötü hatırlıyorsun.

gidiyorsun, zaman düşüyor. bilinmeyene olan merak, öğretmeye çalışıyor. sevgi sözcüklerini kaybediyorsun, ifaden eksik kalıyor. karanlıkta kayboluyor sözler, sesler, görüntüler sadece hissediyorsun, kaos, kalabalık, yalnızlık, kenetlenme.

paylaşıyorsun.

hesse gibi istemiyorsun sevmesini, istediğinde yakında olmasını ve bazen sessiz ve sakince elini vermesini istiyorsun.*

görüntüler yok oluyor, iğrenç kilişe sümüklü edebiyatına dair tüm kelimeleri ezbere biliyorsun, ağlamayı iyi beceriyorsun, ucuz kelime oyunlarını da. bunları kullanıyorum, kullanıyorsun, ucuz edebiyat parçalamaları, bir kaç havalı alıntı değerli gösteriyor bazen herşeyi.

haz etmiyorum.

bir kenarda durup insanları izlemek o kadar iyi geliyor ki insana, o kilişeler bile yetmiyor anlatmaya, yetersiz geliyor. bazen sadece yaşanıyor. kelimeleri sen, ben, o yaratıyor, en derinine insen de ilk kullananın benliğiyle egosuyla savaşıyorsun.

çoğu zaman duruş sergilemek için şekilden şekle giriyor, düz duran bir eğri oluyorsun.

kelimelerden yüzemeyince, en iyi bildiğin çizgilerle örneklerini çoğaltıyorsun.

öyle ya,

yapıyorsun, ediyorsun desem de biliyorsun yapıyorum, ediyorum.


"bazen, gürültülü bir coşku anında
bir şölende, geniş bir salonda
aniden susp, gitmek zorunda olduğunu
bilir misin?

sonra yatarsın uykusuzca yatağına,
kalbine ağrı saplanan biri gibi;
coşku ve kahkaha, duman gibi,
ağlarsın durmadan - Bilir misin bunu da?"

Herman Hesse

*Geri Alma - Herman Hesse

seyahat{raversee}.[ trauma, traum ]

22 Temmuz 2010 Perşembe § 0


"Seyahat etmek kişinin ayaklanmaya, kargaşaya katılmasıdır, sonuç olarak, kemiklerine kadar işleyen, herşeyi yağmaya açan, baş döndüren ve hiç bir beklentiyi el değmeden bırakmayan bir huzursuzluğa kapılmasıdır. Her ayaklanmadan sonra kişinin yeniden doğması ve bilinçli bir hale gelmesi gerekir. Bundan daha korkutucu ama bir o kadar da arzu uyandıran bir şey yoktur."

Derrida, İstanbul Mektubu

Gitmeye başlayınca duramıyorsun, oradan oraya gitmek sürekli hareket halinde olmak iyi geliyor insana. Başka hikayelere karışmak, kendi hikayesine yeni aktörler katmak istiyor. Seyahati* hiç bitirmek istemiyor, o aradaki zaman başlangıç ile varış arasındaki gerilim kendini koruyor.

seyahatGülS xiv ~ Ar siyāḥat سياحة [#syḥ msd.] gezi < Ar sāḥa ساح dolaştı, serbestçe gezdi (= Ar sāḥat ساحة [#swḥ] serbest alan ) saha

Bu gerilimli alan öyle bulanıklaşıyor, öyle bir akış anına geliyor ki, zamanı kaybediyorsun. Zaman önemsizleştiği an gerçeklik yanılsamasını başlıyor. O yanılsama seni ayaklandıran, tanımlayamadığım kargaşada kaybolmanı sağlayan oluyor.

Ruhi Bey* gibi oluyorsun, önce yürüyor musun, yürümeyi mi düşünüyorsun bilmiyorsun. Ya da düşünmen daha sonra mı koyuluyor yola?

Bir hafta, on gün, yirmi gün, bir yıl..

Korkutucu son yaklaştıkça, yeni bir tanesi için umutlanıyorsun, içindeki arzu gitgide büyüyor.

Karıştığın hikayeleri hatırlıyorsun, anlamadığın diller, alışık olmadığın yüzler. Kendi kendine tahlil yapmaya çalışırken, ezberlerini bozuyorsun ki seyahat sende zaten bir Gregor Samsa efekti yapıyor, her sabah uyandığında, kendini başka bir şekilde buluyorsun.

O tüm efemeral anlarda elinden geldiğince tohumlar atıyorsun, korkunç son yaklaştığında tek umudun o tohumların yavaş yavaş toprağın üzerine çıkmasını beklemek oluyor. Bekliyorsun, ektiklerine uzaktasın, yeniden görmek istiyorsun, bulunduğun yerden örmeye devam ediyorsun.

Ben biraz gezdim, bunlar aklımda kalanlar, tohumdan saçılanlar, aklım dağınık gibi dursada, durulttu beni.

Seyahate devam etmek gerek,

travel (v.) Look up travel at Dictionary.com
late 14c., "to journey," from travailen (1300) "to make a journey," originally "to toil, labor" (see travail). The semantic development may have been via the notion of "go on a difficult journey," but it may also reflect the difficulty of going anywhere in the Middle Ages. Replaced O.E. faran. Travels "accounts of journeys" is recorded from 1590s. Traveled "experienced in travel" is from early 15c. Traveling salesman is attested from 1885.

kimse kolay olduğunu söylememişti.

fotoğraf, adıyaman-urfa yolu kadife kaplı minibüs
ses, urfa-harran yolu


trauma

30 Haziran 2010 Çarşamba § 0

trauma (eng.) - travma
traum (alm.) - rüya

travel

bir yerde birleşmeliler

hamile

16 Haziran 2010 Çarşamba § 0

neden mi? anlatacaklarım var

hamile
DanişN xiv ḥāmiletgebe < Ar ḥāmil حامل [#ḥml fa.] taşıyan, yüklü hamil

● Arapçada aynı sözcük “taşıma aracı, evrak çantası, uçak gemisi” anlamlarıyla kullanılır. Dişil +at ekiyle Türkçeye özgü kelimedir.

harflerimizi paylaşsak yeter

13 Mart 2010 Cumartesi § 1


mektupGülS xivyazı ~ Ar maktūb مكتوب [#ktb mef.] yazılı şey, yazı kitap

Yazılı birşeyler üretmek birşeyler yazmak çoğu zaman konuşmaktan bir adım öteye götürebiliyor. Söz uçar, yazı kalır gibi bir söylemden bahsetmiyorum.
Yazı üzerine düşünmeyi, tekrar okumayı sağlıyor, içimizdekini dışarı vurmayı.

Mektup, birine birilerine yazılan cevap beklenen veya beklenmeyen kağıt parçası. Bir karşılıklı okuma, elinden çıktığı anda bir anda geri dönememe meselesi.
Çoğu zaman cevabı beklenen bir köprü gibi.

Düşünüyorum da, bir mektup zinciri bir nefreti durdurabilir mi? Bizim gibi çoğunlukla ağzına ilk geleni söyleyen bir milleti düşündürmeye iter mi?

Farkındasınızdır, bir nefret büyüyor. Konuşarak çoğalıyor. Ötekine karşı olan duygularımızı mektuplar dize getirebilir mi?

Belki o zaman daha iyi anlarız birbirimizi, dört bir yana giden mektuplar temizleyebilir mi
şiddetle dolan içimizi?

Bir kağıdı paylaşmayı aynı havayı solumaktan daha iyi anlarız, başkalarının imzaladığı kağıtlar üzerinden yerine, kendi yazdığımız kağıtlarla birbirimizi tanırız.

ps. eklemeyi unutmuşum, haberi olmayanlar için şöyle bir oluşum var


Ekol olmakla okul faşizmi yapmak arasındaki sınır nerede?

1 Şubat 2010 Pazartesi § 0

Efendim devamı Yeni Mimar web sitesinde,

“ Bir mimarlık okuluna girdiğinizde, oraya ait olmanın getirdiği bir kimliğiniz vardır. Aslında okul o kimliği vermez, ama biz o kimlikleri inşa ederiz. Bu kimlikler Yıldızlı olmak, Taşkışlalı olmak, Mimar Sinanlı olmak gibi örnekleri var, daha da eskisi belki Teknik Üniversiteli olmak, Akademili, ODTÜlü olmak olabilir.

Bu inşa ettiğimiz kimlikler, farkında olmadan mesleğe ve onun ortamına bakış açımızı belirliyor. Farklı "ekol"lerde yetiştirilen .."

yeşermeden sönen sevdalar

21 Ocak 2010 Perşembe § 0

Saat burda 05:30, Ağrı'da da öyle..

Çizmem gerekenler yapmam gerekenler var kimin umrunda.

12 yaşındaki bir kız başına babasının silahı dayıyor ve kendini öldürüyor. Ne için?

“seni seviyorum”

Arkadaşı R.Ç'ye verdiği bir not yüzünden. Öğretmeni notu görüyor, babasını çağırıp, babasına veriyor. Sonra küçük Meryem, “korkudan” kendi hayatına son veriyor.

Kim bilir neler düşünüyordu bir kaç gün öncesine kadar. Evinden okuluna giderken bembeyaz karların içinde kaybolup, ne hayaller kuruyordu. Bu o kadar masum bir ölüm ki, tüm sebebi “seni seviyorum”.

Pedagoji eğitimi almış, eğitim görevine gitmiş öğretmeni bu sonu oluşturan yapboza ekleniyor. Töre, hepimiz biliyoruz yıllardır. Peki oraya gitmiş olan eğitim elçisi bunun dengelemesini yapamıyor mu? Hareketlerinin ne sonuçlar doğuracağını göremiyor mu? Yoksa kendini, çevresindekileri yeni keşfeden, utangaç umutlarla göz göze gelen çocukların birbirlerine duyduğu sevgiyi bir iffet meselesi olarak mı görüyor?

Artık kardelenleri yetiştirmek yetmiyor demek ki, onları korumak gerekiyor. Yoksa bembeyaz kar herşeyin üzerini örtüyor, babaların, törenin, öğretmenin, sevenlerin...

Karların altında açamadan sönüyor sevdalar.

Artık bu topraklarda sevenler ölüyor..