modernim, doğruyum, çalışkanım

13 Ocak 2009 Salı § 1

Bülent Tanju'nun "Tasarım ve Sanatta Modernlik Sorunsalları" dersine teslim ettiğim final ödevidir kendisi. Annie Hall üzerinden derste konuştuklarımızla ilgili bir okuma istenmekteydi.

Modernim, doğruyum, çalışkanım 

İlk insan ikinci insanla ilk karşılaştığında, bu işin buralara  dayanacağını hiç bilemezdi diye düşünüyorum. İletişim dediğimizin bu kadar büyüyeceği, büyüyüp ne olacağı kimsenin aklına gelmezdi, hala da bir yerlerde kesinkes gelmemesi gayet iyi. Aslında İngilizce’sinden bakakacak olursak, “communication”in etimolojik kökeni “common”, o da 1297, from O.Fr. comun, from L. communis "in common, public, general, shared by all or many,” [1]. Zaten Türkçe’de de iletişim sözcüğünün en erken örneğinin komünikasyon[2] olduğunu görüyoruz. İletişimin kökeninde bir komün olma durumu, bir paylaşma durumu söz konusu. Kökende bu olunca iletişimin çoğalmasıyla komünlerin veyahut toplumların çözülmeye başlaması gayet normal. Bununla beraber kullandığımız medyaların çeşitliliği arttıkça içine düştüğümüz doğru yanılsaması da bozulmakta. 

İşte bu iletişim yoğunluğu içerisinde  -ki daha bugün ki kadar yoğun olmayan bir vakitte- Woody Allen bir modern zamanlar ilişkisi olan Alvy ile Annie’nin ilişkisi üzerinden bir çok “modern durum”la dalgasını geçiyor.. 

Modernizmden konuşmaya başladığımız günden beri, içinde kaybolduğumuz bir durum söz konusu. Doğrusal bir düzenin içerisinde yaşıyormuşuz gibi konuşulmaya çalışılan modernizm, tarihin akışı içerisinde bir yerde geçmişi tamamen silerek başlıyormuş gibi görünür. Ancak asıl problem burada başlar, modernizm tek bir noktadan yayılmayıp – tek bir noktadan başlamadığı için belki buna yayılma bile demeyebiliriz-  bir çözülme ile kendini göstermeye başlamıştır. Bu yayılma farklı tarihlerde farklı noktalarda hiç de birilerinin hayal ettiği gibi doğrusal olmamıştır.

 Bu akışın daha yoğun görüldüğü bölgeler, şehirler olmuştur doğal olarak. New York da bu örneklerden biridir. Allen film boyunca New York’un entellektüel yaşamından anektodlarla eğlenir durur. Garip olan şu ki, 1975’te konuşulanların günümüzde halen bir yerlerde ciddi şekilde tartışıldığını görüyoruz. 

Buradan çıkıp içinde bulunduğumuz duruma bakınca, bir karışıklığın olmaması işten değil. Peki bu karışıklığın olması iyi mi kötü mü? 

Bilakis, bunun iyi mi kötü olduğunu düşünmek yerine, bir karışıklığın olduğunu kabul etmek yapılabilecek en doğru hareket olabilir. Toplumun kafasındaki modernlik tahayyülü yeni bir klasik akış inşa etmekten geçiyor. Buna tabulaşma veya başka bir şey diyin, ama sonuç değişmiyor. 

Bu çözülmenin gerçekleştiğini kavramsal sanattaki örnekleriyle görebiliyoruz, artık belli bir meta, dokunulmaz ve kutsal olan olmaktan çıkıyor sanat. Yanılsama gittikçe daha belirgin hale geliyor. Ancak çözülme gündelik hayata indirgenmedikçe, çözülme ters bir yöne doğru gidiyor sanki. Allen’in bu konudaki kurnazlığı,  Alvy ile Annie’nin ilk uzun diyalogunda, fotoğraf üzerine konuşurken iç seslerini duymamız, asıl yapılan konuşmanın bir anlamda boş bir yere doğru gittiğini göstermektedir. 

Filmin en etkin noktalarından biri doğrusal akışla tamamen dalga geçmesi, film bittikten sonra nerde başladı, nerde bitti, hangi olay ne zaman oldu gibi sorular yaratmakta. Bu akış matematğinin bozulması, çözülmenin göstergelerinden.

 Doğrusal olmak ya da olmamak işin tüm eğlencesinin çıktığı nokta, bir anda sokaktaki insanların plana dahil olması, izleyicide bir yabancılaşma etkisi oluşturma ve olayın dışına çıkarma, sonra da tekrar içeriye alma. Bir anlamda yaratıcı’nın tamamen işin içine girmesi ve kutsallaşmanın çözülmesi sanki. 

Kutsallaştırma karşı karşıya olduğumuz en önemli durumlardan biri. Kutsal kitaplar bile matbaanın icadı ile çoktan çözülmeye başladı, Mona Lisa bile reprodüksiyon ile tekrar tekrar çoğaltılıyor. Fotoğraf ise Alvy’nin “Photography's interesting, 'cause, you know, it's-it's a new art form, and a, uh, a set of aesthetic criteria have not emerged yet.”[3] dediği zamanların çok daha ötesinde, hala da soru işareti. 

Bir yandan mimarlık üzerine düşününce kutsallaştırma meselesinin halen devam ettiği çok açık gözükmekte. Mimarlık alışıldık yanılsamasıyla gelir, mimari ürünün zamanmekan durumu, insan ölçeğinde olması, onu “yüce(!)” bir şekilde ayakta tutuyor. 

Mimarlık tekrarlanıyor, ancak kendi medyasıyla değil fotoğrafla temsil ediliyor, çizimle temsil ediliyor veya başka bir medya ile temsil ediliyor.  Ve biz bir süre sonra bu temsiller üzerinden mimarlığı konuşmaya başlıyoruz, peki inşaat bu temsiliyetin bir parçası olabiliyor mu? Mimarlık kendi medyasını inşaat üzerinden mi kurar?  Sonuçta her medya çeşidi bir temsil değil midir? 

Hadi bunların hepsini geçtik diyelim, mimar ne zaman kutsallaştırmadan kurtulur. Hele bizim gibi kutsallaştırma ile çok içli dışlı olan bir toplum, bir mimarı çok rahat kutsal bir yere taşıyabilir.

 İşin gırgır yani, mimarların bu kutsallaşmadan memnun gözükmesi. Ki zaten bu yanılsamayı inşa eden, mimarın modern dünyayı dizginlemeye, düzene sokmaya çalışmasıdır. 

Bu çözülmeye karşı yapılacak en iyi şey belki de mimarların hepsini yok etmektir ki zaten dijitalleşme kendi mekanlarımızı organize etmemize, yeni bir hayat düzeni oluşturmamıza gün geçtikçe zemin hazırlıyor.  Bunun farkında olup hareket etmedikçe de ne mi olur, yan bahçedeki okuldan, her sabah “Modernim, doğruyum, çalışkanım…” dizeleri kulağımızı tırmalar durur.

What's this?

You are currently reading modernim, doğruyum, çalışkanım at nosyopsis.

meta

§ 1 Response to “modernim, doğruyum, çalışkanım”

  • olric says:

    "mimarın yanılsaması" ve "mimarın kaybolan halesi" gibi ilgili konular etrafında gelişen sıkıcı metinler için:

    http://sankidikdortgen.blogspot.com/