Uzun zamandır bir yazı üzerinde çalışıyorum ve halen toparlayamadım, toparlayamadığım parçaların bir kısmını burda paylaşmayı daha uygun gördüm, belki üzerinden başka birşeyler dönebilir, hem de biraz uzaklaşmış olurum metinden.
Gecenin üçünde taksim'de bir büfenin sahibiyle konuşuyoruz, “abi, mimara ne gerek var ben açıyorum autocadi kopyalaya kopyalaya yapıyorum” o sırada gülüp geçsek de, asıl irdelemek gereken de tam bu nokta sanki.
Söz konusu durum, mimarın işverenin gözündeki yerini gösteriyor bence, tabi birileri çıkıp iyi de büyük şirketler diye cümleye başlayabilir, orda sorulması gereken soru etrafımızdaki kaç binanın o büyük şirketler tarafından yapıldığı olabilir.
Türkiye'de halk tarafında genel yargı, binayı inşa edenin binayı yarattığıdır. Yaratmak ne kadar tehlikeli bir söz olarak görünse de, bu yaratma eylemi, kutsal olan ile en kısa bağlantıyı kurduğu için önemli olabilir, lakin yaratan ve yaratılan bu toplumun en hassas noktalarıdır.
Söz konusu müteahhit halkın içindendir, o sokakta oturan biri de bir gün "o" olabilir, ama mimar olamaz. Kutsal değildir, doğal olandır. Kutsal olanla kurulan o garipsenme etkisi orda yok olur.
Bir sokak arasındaki inşaatın önünde, süslü imgeler göremezsiniz, mimarın adını bile zor görürsünüz belki, burda temsilin kendisi şantiyedir belki de*
Lakin mimarlık, bina, yapı stratejik noktalar olarak çıkıyorlar toplum üzerinde,
Önceleri mimarın kendi yerini inşa etmesini konuşuyorken, günümüzde buna bir de reklam değeri katıyoruz, mimar temsil ettiği veya yaptığından gittikçe uzaklaşıyor, mütevazilik göstermeye çalışırken, daha çok dolanıyor bir anlamda.
Buralardaki mimarlık bir temsiliyet ve meşruiyet krizi arasında yer almaya çalışıyor.
Söz konusu temsil problemi, meşruiyet krizi ile birleştiğinde içinden çıkılmaz bir döngüye doğru girmekte. En basitinden daha yeni çeşme belediye başkan'ının görselleri (projeleri!) mimarlığın nereye konduğunun en önemli örneklerinden biridir belki de. Mimarlık halen güçtür bu topraklarda ve erklerin elinde manipüle amacı olarak rahatça kullanılabilinir.
Biz buna kutsallaştırma desek de, ne gariptir ki, mimarlık bayağılaşır. Bu bayağı süreç iyi veya kötü ayrımını yapmayı geciktirir, bu yağ gibi yayılan kitle bulanıklaştıkça tespitlerimize zemin yaratabilir.
Temsil yöntemleri, meşru kılma araçları değil midir. Bugün bir mimarlık okulunda proje tesliminde halen schöller kağıdına rapido kalem ile çizim isteniyorsa, bu bağnazlıktan öte bir sesini duyurup meşruiyetini ilan etme çığlığıdır. Bu çığlık farklı medyalarda, farklı farklı gösterir kendini.
Bitiremedim, bitiremediğim bu yazı en ham haliyle karşınızda.
What's this?
You are currently reading ne mutlu mimarım diyene?! at
nosyopsis.
meta