Archive for Nisan 2009

çerveçeveye battım, kurtaran yok

30 Nisan 2009 Perşembe § 1

"Kafası karışık bir çarşamba akşamı yazısı diyelim, toparlanacak yakında"


Bir sunum biçimi olarak “çerçeve”, bir temsiliyet unsuruna dönüştüğü zaman ne gibi durumlar ortaya çıkar?

Çerçevelemek, o şeyin hatlarını çizerek algısını çoğaltmak, sınırlamak.

İsim verdiğimiz durumlar, nasıl pozisyonlarda görünür olmaya başlar.

Sanatçı ürününü neden çerçevelemeye ihtiyaç duyar? Ya da mimar neden araziyi düzleyip binasını bir tabla üzerinde sunmak ister?

Üretilen her şeyin, o dünyada biricik olduğu yanılgısı bu duruma düşüren. Şunu kabul etmeliyiz, yaptığımız hiç birşey tamamen bize ait olmuyor.

Bizim biricik diye gördüklerimiz, biriktirdiklerimizin bir kıyma makinesinden geçirilmiş halinden başka birşey değil.

Bu çerçeve mezvusu uzun konu, şu sıralar pek birşey bulamıyorum, yakında ulaşacağımı hissediyorum.

Çerçeveyi sürekli elle tutulan birşey olarak görmemek lazım, fotoğrafçı bile fotoğrafı çekerken
 kendi gözünden bir çerçeve seçiyor. Bu çerçeve ve sanat ya da üretim ilişkisi, bulunduğumuz perspektiflerle çok alakalı.

Ve bir yandan da dünyayı tek bir çerçeve içerisine almak isteyen tutum. Bugün taksiyle Nişantaşı'ndan geçerken anlık bir durum gördüm, irrite edici ama düşündürücüydü. Sarışın sayılabilecek yaşlı bir hanım karşıdan karşıya geçmek üzere, o sırada da Slumdog Millionaire'de
 karşılaşabileceğiniz bir görünüşte Dev Patel görünümlü bir genç. O bayanın o gence bakışını görmeliydiniz, bunun tüm sebebi o ten rengi mi bilemedim. Ama farkında olmadan etrafımızda kurulan bu düzenin altını oymadıkça, kendi dışımızdaki herşeyin çok farklı olduğunu düşüneceğiz gitgide.

Mesala İran'da hiç içki içilmediğini, gençlerin eğlenemediğini düşündüğümüz gibi. Ben söyleyim merak etmeyin, burda ne oluyorsa orda da oluyor, biraz farklı oluyor ama oluyor.


ps. foto kaynağını vermeyeyim ne olur ne olmaz.

cevaplar

§ 2

Öncelikli olarak Batuhan Yıldız'a cevaplar,

1- Etimolojik olarak oldum olası bilirsin sana çok güvenirim, geçen karşılaştığımızda söylediğim gibi, biraz yüzeysel ve üstünkörü bir ilişki kurma biçimi oldu “otorite” bağlantısı biraz daha derinleştirmek lazım.

2- Yazının ana fikrine katılmana gerçekten sevindim.

3- Zorlama kısmında haklısın, ama bildiğin gibi erken cumhuriyet dönemi araştırmam biraz yavaş gitmekte, tarih kitapları dışındaki yayınlara ulaşamadım. Dediğin gibi Demokrat Parti zamanından bahsediyoruz, ordaki durumu başka bir tarihsellik üzerinden değerlendirmek lazım, biraz zorlama olmuş haklısın.

4- “Neden Kayserili de Ermeni Mimar Sinan değil” kısmı, bunun üzerine biraz düşünüp, internet bazlı bir kaç araştırma yaptım ve daha komik şeylerle karşılaştım.

Vakti zamanında Mimar Sinan'ın mezarı açılıp kafatası ölçülmek istenmiş? Bu artık nasıl bir toplum biçimidir? Ne kadar çıldırmış olmalıyız ben kestiremiyorum. Bunun üzerine güzel bir Auster hikayesi yazılabilir, çünkü kafatasının şu an kayıp olduğu söyleniyor.

Linkleri burada,

http://www.arkitera.com/h15901-mimar-sinanin-kafatasi.html

http://www.hafif.org/yazi/mimar-sinan-in-kafatasi

Bunlarla beraber, 

Cevap ve sonrasında Merve'nin verdiği cevaba gelirsek,

"nedenir bilinmez ama soyleme geregi duydum bir an..

yasadigi zamanlarda gidip sorsaydik mimar sinan'a: ne turkum ne ermeniyim ne de osmanliyim derdi.. cok cok yuksek ihtimal ile kayserili olarak tanimlardi kendisini.. nedeni de, tam olarak asla karsiligini veremeyen, milliyetcilik olarak turkceye cevrilmis ancak bu konuda buyuk yanlislar yapilmis nationalism teriminin henuz insa edilmemis olmasidir. onemli bir kisim tarihci bu terimin duygusal insani ya da refleksler ile ilgili oldugunu sert bir sekilde reddeder. tamamen insan yapimi bir enstitu oldugunu kabul eder..enstitu kelimesi pek hos gitmedi farkindayim ama ne diyecegimi bilemedim! ancak bu terimin yapilanmasi fransiz ihtilalinden biraz oncelere ama yayilmasi sonrasina denk duser. yani mevzu bahis mimarimiz muhtemelen bu konu hakkinda bir fikre sahip degildi! nerden nereye geldik! dedigim gibi bir tek bu noktada mudahale edesim geldi. bir de cok begendim iki yazinin da dusundurduklerini!"

nationalism inşaası burda herşeyi açıklıyor,

ilginiz için ikinize de teşekkürler



kritik yazısı

25 Nisan 2009 Cumartesi § 0

merhaba, bu çarşambaya yazım yetişemedi, halen de yazılmakta,

ama geçen haftaki "Özgün(!?!) türk mimarisi" yazısına Batuhan Yıldız'dan bir kritik gelmiş, dediklerinin çoğuna katılıyorum ama başka diyeceklerim de var şu an toparlayamıyorum. 

O yazıya


burdan ulaşabilirisiniz.

biraz toparlama

19 Nisan 2009 Pazar § 1

merhaba,

bugünlerde bu blogun işleyişi ile ilgili bir takım kararlar aldım.
biraz kendi üretimimi çoğaltmak ve biraz da toparlamak için.

efendim bunlar nedir,

bundan sonra her çarşamba sabahı, blogun o haftaki yazısını bulabileceksiniz.

onun dışında başka gönderiler de tabiki olacak, neyse efendim en azından artık çarşamba sabahlarına yetiştirmem gereken bir şey oldu.

son olarak, büyük şhakira'yı tanımayanlar bir an evel tanışsın bence.



Özgün(!?!) türk mimarisi

15 Nisan 2009 Çarşamba § 1



Koca Sinan Süleymaniyeyi ve Edirnedeki Sultan Selim camisini ortaya koymakla bütün dünyaya Türk stilini ve Türk yapıcılık başarısını göstermiştir.

O çağa kadar Ayasofya gibi büyük bir binanın eşinin yapılamayacağına Türkler bile inanmamaktaydılar. Yeryüzünde Ayasofyadan çok daha büyük yapılar vardı...”

İlkokula Temel Bilgiler “Mimar Sinan”, Mayıs 1951, Sayı 119


Özgün olan birşeyden bahsetmenin zorluğu kaçınılmaz bir gerçek gibi karşımızda durmakta. Özgün olanın neden özgün olduğu, onu nelerin özgünleştirdiği gibi sorularla karşılaşmaktayız.


Özgün kelimesi ingilizcede “authentic” kelimesi ile karşılık bulmakta. “authentic” kelimesinin etimolojik geçmişine baktığımızda authoritative kelimesi ile karşılaşırız, yani otoriter, buyurucu, amirane. Bunun önemli bir kök olduğunu düşünüyorum. Çünkü eski yunan dilindeki authentikosa dayanan bu kelimenin anlamı, hakiki olan, orjinal kelimelerine dayanıyor. Burdan şöyle bir çıkarım yapmamız mümkün olabilir mi? Otorite ve hakikat ilişkisini böyle kurabilir miyiz?


Devlet-gerçeklik-millet arasındaki gerilim burda ortaya çıkmaya başlıyor. Batının etkisiyle kendi meşruluğunu ilan etme sevdası, o büyük ağaçta tek bir daldan daha öteye gitme isteği bu gerilimde ortaya çıkıyor. Zaten ortadaki ağaçta da pek bir dal yok ama, başka bir ileri gitme olamayacağı saplantısı bugün içi kurumuş ağacı beslemeye çalışıyor. Bir yandan ise ulus devlet inşaası ile biriken kimlik saplantısı tam olarak bu özgünlük meselesi ile karşılık buluyor. Batının yıllardır sandıklarında biriktirip artık sokağa atmaya hazır olduğu eşyalarını, bir telaşla biriktirmeye çalışıyoruz, hem de onların atabileceğini aklımızdan bile geçirmiyoruz.


Erken cumhuriyet dönemi ve sonrasında tutunulan durumun bunda etkisi söz konusu. Ulusal bir söylem oluşturma sevdası, şarkiyatçı batıya aynı yöntemde verilmeye çalışılan bir cevap niteliğinde olmakta. Farklı perspektifler oluşturamama, kültürün özgün olamayacağını bunun bir bütün olarak düşünülmesi gerekliliğini ortaya koyamama özgün türk mimarisi inancımızı desteklemekte.




Peki gelenekte olan bazı değerleri batı modernizmi kanalıyla keşfediyorsak böyle fikirlerden hareketle böyle birşey yaratmak için bunun kaynaklarını geleneğimizde aramak zorunda mıyız?1 Gelenek bu toplumun daima galeyana geldiği bir olgu.


Bu geleneği kuvvetlendirmek için gösterdiğimiz refkleslerden biri Mimar Sinan örneğinde görülmekte, hem de en küçük bireyden başlayarak 1951 yılında bir ilkokula destek dergisinde tekrar edilmekte “...bütün dünyaya Türk stilini ve Türk yapıcılık başarısını...”


Aslında genel geçer bir uslübün olmadığını kabul ederek işe başlamak lazım, en azından bu perspektiften konuya bakmak ve gelenekselleşmeye yüz tutacak arayıştan çok, üslup saplantısı olmayıp her söylemin bir üslup olduğunu idrak etmiş bir dünya tahayyül edip – ki böyle değil mi zaten?- olaya öyle bakmamız mümkün.


Özgün bir türk mimarisinden bahsetmek isteyen kesim, türklerin orta asyadan geldiğini, aslında “öz”lerinde yerleşmenin bir yeri olmadığını, yapı üzerine pek sözleri olmadığını daha iyi bilirler herhalde. İşin şakası bir yana, bu zihniyet iyice geçmişe dönüp orada daima tutanacak birşeyler aramayı doğurur ama karşı koyulması gereken yöntem yeni dallar inşa etmek değil, varolanların hepsini birden görüp bu durumun çözülmesini sağlamak olabilir.


Özgünlükle hesaplaşmak, kendi geçmişizle bir bağlantı kurmamızdan değil, farklı perspektiflerden kendimize bakmaktan geçebilir. Kendimize ait bir mimarlık oluşturamadık veryansını bugün gayet anlamsızdır.




1BOZDOĞAN, Sibel

ya tutarsa

6 Nisan 2009 Pazartesi § 3








Melih Gökçek kendi sitesinde yapamadıklarım diye bir bölüm açmış,

http://www.melihgokcek.com.tr/yapamadiklarim.asp

incelenesi projeler dizisi gerçekten.

Politika ve mimarlık ilişkisini kent ölçeğinde en yoğun hissettiğimiz zamanlar, seçim zamanları herhalde.

Projelerin absürdlüğünden dem vurmuycam, belki gerçekten şu yukardaki üçünden biri yapılsaydı da görseydik nasıl binalar olacağını.

Dikkat çekmek istediğim iki nokta var, biri mevlana projesinin arkasındaki default windows masaüstü imajı, diğeri ise nasrettin hoca kentsel dönem projesindeki maya durumu.

Bu şehrin mayasını bu sefer tutturur diye yapılmış bir heykel midir bu? Ya tutarsa...

Durum burda çok net ortaya çıkıyor sanki, bunu çizen ofisteki biri düşünmüştür, ne yapıyorum diye ama sonrasında o ses gelmiştir, "ya tutarsa..."


ps. Dilara Sezgin'e teşekkürlerimi sunarım link için.