bir porsiyon fetih lütfen

7 Haziran 2009 Pazar § 1

 



 

İstanbul'un fethinin 556'ncı yıldönümünden Belgradkapı'da düzenlenen kutlamalarda, İstanbul temsili olarak fethedildi. 

Fetihte görev alan yeniçeriler hücum marşıyla birlikte top atışlarının ardından "Allah Allah" diyerek surlara tırmandılar. Yeniçeriler temsili olarak İstanbul'u fethetti. Temsili olarak İstanbul fethedikten sonra tören alanındaki okulların ve askerlerin kortej eşliğinde geçişi yapıldı.

İstanbul'un fethinin 556'ncı yıldönümü kutlamaları kapsamında, Fatih Sultan Mehmet'in türbesinde de düzenlenen törende Kuran-ı Kerim okundu ve dua edildi. 

Törene, İstanbul Valisi Muammer Güler, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, 23'üncü Piyade Tümen Komutanı Tümgeneral Bülent Dağsalı ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir katıldı. 

Törenin ardından Saraçhane'deki Fatih Parkı'nda bulunan Fatih Anıtı'na, İstanbul Valiliği, Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Garnizon Komutanlığı ile diğer kurum ve kuruluşların çelenkleri konuldu.”

 

Bir televizyonun internet sayfasından alıntı

 

Bu sahneyi kurdurtan müsamere alışkanlığı mı?Yoksa “fetih[1]”in dayanılmaz cazibesi mi?

 

Türkiye tarihinin anlatıldığı okul kitapları hep yaptığımız fetihlerden, başımıza gelen işgallerden söz eder. Her fethedilen yerde bizim dışımızda bir işgal hikayesi yazıldığından kimse bahsetmez. Bir savaş tarihi öğreniriz sürekli, biz sürekli fethederiz.

 

fetih-thi
isim Arapça fet§

Bir şehir veya ülkeyi savaşarak alma.
 

Oysaki fetih'in düşündürttüğü sadece bir zafer değil, etimolojik kökenini arapçadan gelmekte. Fatah'a açmak, bir ülkeyi islam egemenliğine açmak. Savaşların dinler üzerinden yapıldığı bir zamandan söz edince bu doğru bir yaklaşım olsa da, bulunduğumuz konumdan duruma halen fetih diye bakmak doğru olmayabilir.

 

 

 

 fetih/feth-

 

 

 

GülK, İrşad, Aş, YusZ xiv

 

~ArfatH[#ftHmsd.]1. açma, 2. bir ülkeyi İslam egemenliğine açma<ArfataHaaçtı
———————
EŞKÖKENLİLER:
Ar#ftH :fatih, fatiha, fetih, fütuhat, miftah, siftah

 

Bu ilişki tüm sorunsalın temelini oluşturabilirken aynı anda tamamen kaygan bir zeminde kendine yer bulabilir. Mesala İzmir'in kurtuluşu kutlanır, “gavur İzmir” tamamen arındırılmıştır(!). Oysaki İstanbul halen hazmedilmeyi bekleyen bir kenttir. Halen gavurdur, halen elde tutulamaktadır.

 

 

Böyle bir ortamda bir sahne kurulur. Tüm aktörler bu modellenmiş sahne içerisinde hiçbir yadırgama olmadan tarihsel konumlarını almışlardır. “Fetihte görev alan yeniçeriler hücum marşıyla birlikte top atışlarının ardından "Allah Allah" diyerek surlara tırmandılar. Yeniçeriler temsili olarak İstanbul'u fethetti.”

Sadece yeniçeri kostümü içerisinde olan değil, orda hazır olanların hepsi bir Ulubatlı Hasan rolünü kendilerine biçip izlemektedirler.

 

Bu piyes tek başına zararsız gözükse de, sokaklardaki onca afiş, duyuru, İstanbul'da yaşayanları tekrardan o surlara koşturuyor belki de, insanın kafasında şu soru oluşmuyor mu? Niye halen fethediyoruz ki burayı?

 

Burada fetih ile kurduğumuz ilişki kopuyor, tam tarihinden emin olamadığımız kurgulanmış bir günü yaşıyoruz. Kentin yöneticileri Fatih'in askerleri gibi bunu izliyor.

 

Sonra kentin orta yerlerinden birine yeni bir park yapılıyor, ortasına eliyle ileriyi gösteren bir Fatih heykeli konuyor. Demin bahsedilen piyesin dekorları kentin içine yerleştiriliyor, her an yerinden uçabilecek gibi olan heykelin gösterdiği noktanın bir fast-food pizzacı olması işin eğlencesine eğlence katıyor. Bu öyle oyun ki yarın birilerinin “O hep burda yapılan gibi pizzayı severdi, başkasını yemezdi” diyerek, pizzacıyı dolduracağını düşünmek pek hayal değil[2]. Zaten bugün yaşananların da pek farkı yok.

 

Belki kentin çok yaşlı olmasından kaynaklanıyor, sadece bu taraftan değil diğer taraftan nasıl göründüğü de önemli. Burdaki olay sanki bir Osmanlı böbürlenmesi değil, bir kenti sahiplenme böbürlenmesi, bakın bu benim der gibi.

 

Denizin karşı kıyısında da bu işler farklı değil, kendini Bizansla ilişkilendiren Yunanistan'da fetih günü televizyonlarda dertleniliyor, bu konudan bahsediliyor. Yunan halkının bir kısmı o günün keder ve acı getirdiğini düşünüyor.

 

İstanbul likit bir molekül gibi, tüm önyargıların, inşaa ettiğimiz herşeyin içerisine sızıyor, dibine iniyor, buharlaşıyor yukarı çıkıyor, içinde dolaşıp homojenliğini bozuyor. Bu yolda çarpıştığı herşeyle hiçbir zaman tamamen kopamıyor, ilişkisini bir şekilde sürdürüyor.

 

Aslında 1453'ten beri değil daha da öncesinden hazmedilemiyor İstanbul, üzerine üstlük 6-7 Eylül ve benzeri olaylarla traşlayınca[3] yutulması zor bir lokmaya dönüyor. Bu lokmayı yutamamanın bedelide 500 sene öncesini hatırlatıp, meşrulaştırma müsamerelerine sahne olmaktan geçiyor.

 

 

 

Bir bakıma bu sebepten modern Türkiye projesi Ankara'da sıfırdan kuruluyor. İstanbul çözülmenin başladığı yer oluyor, ezber bozuyor. Kimsenin sahiplenemediği bir kimliğe sahip oluyor, üstelik daralmıyor gittikçe, genişliyor, çeşitleniyor.

 

Buna rağmen halen kimilerine göre bu fetih bir çağı kapatıp bir çağı başlatıyor, oysa bu bir salyangozun bile umrunda olmuyor.

 

-Peki, neden bir salyangoz?

-Neden olmasın? Ne fark eder?”

Adams Douglas, Otostopçunun Galaksi Rehberi : Hayat, Evren ve Her Şey

 

 

 

 


[1]              Fetih'in dini içeriğine dikkat çekmek için üzeri çizilmiştir.

[2]              Senyücel Sibel, “metin üzerine yazışmalardan”

[3]              Yıldız Batuhan, “konu üzerine konuşmalardan”



ps. Zeynep Çınar, Sibel Senyücel, Ufuk Pehlivan ve Batuhan Yıldız'a teşekkürler.

What's this?

You are currently reading bir porsiyon fetih lütfen at nosyopsis.

meta

§ 1 Response to “bir porsiyon fetih lütfen”

  • Batuhan Yıldız says:

    Gerçekten bir merak uyandırdı bende bu fetih kutlamaları. Acaba İspanya'da reconquista zamanına dayanan bir kutlama var mıdır? Kurtuba'nın düşüşüyle ilgili olarak vs...

    İstanbul fethedilemez kaldı aslında, onun etkisi çok. Tarihi boyunca "kraliçe" sıfatına layık görüldü, dişileştirildi. Ve kendisini şahmerdanlarla, toplarla karşılayanları fethetmesini bildi. II. Mehmed değildi İstanbul'u fetheden; İstanbul, genç, güçlü, üremeye elverişli ve yeterli tutkuya, bir vizyona sahip bir koca arıyordu ne zamandır biraz.

    Eski hippodromda Yeşil ve Mavi takımların taraftarlarının fanatikliklerini düşünmeli mesela... Sonra da zor bir sezonda Beşiktaş çarşısında Fener formasıyla gezmeye çalışılmalı ki o imparator deviren spor müsabakalarının tezahürü görülmeli =) Kim kim fethetti daha iyi anlaşılabilir.

    Tavrımız millet zayıf görmesin diye eşine sert davranan bir erkeğe benziyor. İnatla fethetmeye devam ediyoruz. Fethedilecek hiç bir şey kalmadı oysa. Balat da biz varız, Galata'da biz, Bağlarbaşı'nda biz, Eminönü'nde biz... Ama yine de fethetmeliyiz. Daha çok doğurtmalı, yayılmalı, asla bizi terketmeyeceğinden emin olmalıyız. Kendimize benzetmeliyiz.

    Ama İstanbullu hala St. Antuan'a mum dikmeye de devam ediyor işte... Çünkü şehir hala fethedilemez. Çünkü buraya gelen buradan ayrılamıyor. Buraya gelen fethediliyor.

    Fatih'in tasvir edildiği meşhur bir resim vardı tarih kitaplarımızda. Atını denize sürüyor ve "ya ben İstanbul'u alırım, ya da İstanbul beni" diyordu; herkes hatırlayacaktır. Oysa daha bu cümleyi söylediği zamanlarda İstanbul Fatih'i fethetmeye başlamıştı. Kayzer-i Rum, yani Roma Caesar'ı olmak demek İstanbul demekti. Mesela kraliçenin kocası olabilmekti. Taç giydiren bir şehir...

    Şahsım adına, ben çok da sevmem İstanbul'u aslında. Övgüler düzdüğüm şeklinde görülmesin. Ben hala Trabzon'luyum. İstanbul'u tarih boyunca en çok kıskanmış şehirlerden birine aitim; ömrümün önemsenmeyecek kadar bir kısmını orada yaşamış olsam da... 1204'te Kraliçe'den kaçıp benim şehrime sığınanlara kucak açmış bir şehre aitim. 1996'da Trabzonspor'un Fenerbahçe'ye yenilgisinin ardından yaşananlarda da bu Kraliçe - metres ilişkisinin etkisi vardı bence. Ve daha sayılabilecek pek çok şeyin... Ama burada konu majestelerinin ve fazlaca üzerine düşmemeliyim Trabzon'un.

    Diyeceğim odur ki İstanbul'un her daim fethedilemez oluşu ona olan sevgimden değil, duyularımla hissettiğim gerçeklerdendir. Ve belki de beni de usulca fethetmeye başlamasıyla gelişen bir Stockholm sendromu.

    Bu yüzden fethediyoruz işte her yıl. Bir kere daha fethediyoruz. Unutmamak için... Ona kimin patron olduğunu göstermek için doğurtuyoruz onu. Kimseler beğenmesin diye çirkinleştiriyoruz. Ve her yıl fethediyoruz bir kez daha. Boyun eğsin istiyoruz karşımızda. Fakat öyle bir yerde, güzelliğiyle hala öyle vuruyor ki... Tek tesellimiz yeni bir fetih taklidi oluyor. Gerdeğe giren damadın omzuna vurulan yumruklar gibi...

    Siya Siyabend'in "Kayboluyorsun" diye bir parçası vardı, tavsiye ederim. Güzel yazı olmuş. Ancak fetih kutlamalarının ne zamanlar başladığının, ne zamanlar durduğunun cevabını bulamamışsın sanırım =)